90 yıl sonra yeni bir mutabakat (arayışı)

Dünyanın en zor işi, yüksek standartlarda ve rekabet edebilir fiyatlarla imalat yapmaktır. Sanayi, tarım, hizmetler, sağlık, konfor için gerekli araç-gereçlerin üretimini yapmak, yani makine imalatçısı olmak daha da zordur. Genelde birbirine benzeyen makineler dünyanın dört bir tarafında üretilir ama yine de bu imalatçıları biribirinden farklı kılan özellikler mevcuttur. 

Bu yazıda amacım, makine ihracatımızın yüzde 48,9’unu, yani neredeyse yarısını yaptığımız Avrupa Birliği ülkelerinin -başta Almanya üzere- yeni stratejilerinde hedef oluşturan sektörel tespitleri ile bu yılın ilk yedi ayında makine ithalatımızın yüzde 43,5 arttığı Çin’in belli bir süredir devam eden politikaları karşısında makine imalatçısı olmanın zorluk ve cazibelerini değişik örneklemelerle göstermektir. Bunu yaparken de Türkiye’nin Makinecilerinin neden korunup kollanması ve desteklenmesi gerektiği düşüncelerine kalıcı bir katkı sunmaktır.

Almanya, nereden nereye!

AB ülkeleri içinde, başta Almanya olmak üzere, İtalya ve Fransa önemli makine imalatçısı ülkelerdir. Son yıllarda Almanya bu grup içinde de farklılık sağlayıp liderliğini ilan etmiş vaziyettedir. AB’nin dönem başkanlığını henüz devralan Almanya’nın makine sektörü kendisini güçlü kılan unsurları: inovasyonda liderlik, teknolojik rekabette sistematik verimlilik, süreç ve ürünlerde kalite bilinci, pratiğe odaklanmış mühendislik kültürü, üretimi önceleyen sermaye, CEO’dan vasıfsız çalışana kadar katı bir disiplin anlayışı, yöresel kümelerden küresel ağlara kadar içselleştirilmiş üniversite ve Ar-Ge enstitüsü ilişkileri, muhafazakar finans politikalarıyla şirket içinde tutulan sermaye, sınırlı el değiştirme ile sağlanan geleneksellik, demokraside sorumluluk bilinci, yöresel veya federal konulara katkı vermek üzere sektörel dernekler veya doğrudan ekonomik ve siyasi kampanyaların içinde yer almak olarak sayar. 

O Almanya ki, endüstri devrimlerinin beşiği Avrupa kıtasında sanayileşmede geç kalıp, düşük kaliteli mallar ürettiği gerekçesiyle diğer imalatçıları koruyabilmek için Britanya baskısıyla malları üzerinde “Made in Germany” etiketi zorunlu kılınmış bir ülkeydi. Zamanla komşularının birikimini ve deneyimlerini özümseyerek dinamizm kazanmış ve nihayetinde lider olmuş bir ülkedir. Şimdi, geç kalmış Almanya’nın dahi büyük makine imalatçıları 100-150 yaşında, AB’nin sektörel federasyonları ise 50-100 yaş aralığındadır.

Avrupalı, tüm gelişmelere karşı uyanık ve aksiyoner

Dünya makine imalatının üçte biri, küresel sektörün son on yılda iyice bozulmuş üretim paylaşımına rağmen hâlâ AB’de yapılıyor. İleri teknolojili makinelerin üretimi, Doğu’nun bütün cazibesine ve uğraşılarına rağmen hâlâ AB’de. 

AB’de makine imalatçısı olmak, bütün stratejik planların gözde sektörü olarak bu konforlu durumun keyfini sürmek anlamı taşımıyor. Tam tersine, mahfuz tutulan liderliğe en küçük etkisi olabilecek tüm gelişmelere karşı uyanık ve aksiyoner olmayı gerektiriyor. Ekonomik kaygıların neticede toplum sağlığının önüne geçtiği Covid-19 sürecinden hayli önce sertleşen teknoloji yarışı sadece AB’de değil, iddialı bütün ülkelerde makine imalatını öncelikli hale getirmişti. Uluslararası rekabet makine sektörünü kamu strateji planlarına ortak etmiş, STK’larına önemli görevler yüklemişti. 

AB’nin makinecileri, bir süredir Avrupa ve hinterlandına sıçramış bir ticaret ve teknoloji savaşının orta yerindeler. Kızışan rekabette ABD-Çin arasında nihayet bağımsız bir pozisyon oluşturmak zorunluluğunda kaldılar, çünkü sessiz kalıp Doğu’nun namütenai zenginliklerinden istifade etmek alışkanlığı sebebiyle çoktandır tehdit altındalar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan dünya düzeni (ticari ve teknik) sürdürülebilirliğini her geçen gün yitiriyor; güçler, roller yeniden belirlenirken geçiş dönemini kolaylaştırması arzulanan politikalar üzerine yoğun ve kıyasıya tartışmalar yaşanıyor. AB, sınai ve teknolojik gücünü konsolide edecek politikaları oluşturma süreci içinde, “rakip ülke Çin” olgusunu ilk defa açıkça dile getiriyor.

Ticari mevzuata aykırı ayrıcalıklar Çin’i zirveye taşıdı

Diğer taraftan makine ve otomotiv, yani Avrupa’nın sınai hegemonyasının temel iki bileşeni, halen Çin’den en fazla nasiplenenler olmayı sürdürüyor. Covid-19 da bütün bu belirsizliklerin üzerine bindi. Kontrollü, planlı, orta vadeli bir geçiş sürecine imkân bırakıp bırakmayacağı gizemini koruyor. 

Bilinmektedir ki, Avrupa’nın ABD’den sonra en fazla yatırım ve ihracat yaptığı ülke Çin’dir. Çin, her ne kadar dijitalleşme ve otomasyon alanlarında ürün ve teknoloji ihtiyacı içinde olsa dahi, klasik bir gelişen ülke olmak statüsünü çoktan geride bırakmıştır ve uluslararası tüm ticari mevzuata aykırı olarak tanınan ayrıcalıklar sayesinde dünyanın en büyük makine imalatçısı ve ihracatçısı olmuştur. İmtiyazlara artık bir son verilmesi talebi her yerden yükselmekte, kılıçlar çekilmektedir. Avrupalı imalatçıları bağlayan kuralların hiçbiri Çinli işletmeleri bağlamadığına göre, durumu dengeleyici tedbirler süratle geliştirilmelidir.

AB’nin makinecileri de haksız rekabetten şikâyetçi

AB Komisyon Raporları (2018-2020), OECD Ticari Politika Raporları (2019), VDMA, AB ve Çin Ticaret Politikaları (2019, 2020) ve Almanya Sanayi Strateji Dökümanları (2019) dikkatli incelediğinde görülecektir ki, makine imalat sektörü ekseninde toplulaşan Avrupa mühendislik endüstrisi, altını önemle çizdiği birçok tespitte haklıdır ve talepleri yerindedir. Bu dökümanlara girmiş birçok öneri, başta dünya makine imalatının yine üçte birini yapan Çin olmak üzere, DTÖ kurallar manzumesine uymayan hemen bütün rakiplere karşı AB sektörünün pozisyonunu tahkim etmeye yönelik argümanlar ya da politika talepleridir. Avrupa’nın makinecileri, küresel sektörün zirvesinde kalmanın şartları olarak talep ettikleri çok daha keskin tedbirlerin “destekler” ve “kamu alımları” başlıkları altında ele alınmasını da sağlamışlardır. AB-Çin ekseninde belirtilen sorunlar yumağı ve talepler sektörün bugünü ve yarını hakkında önemli ipuçları vermektedir: 

Örnek 1: AB Rekabet Yasası, kendi pazarında ölçek değişimlerine (monopol) müsaade etmediği için makine sektöründe birçok işletmenin yeşermesine ve küresel rekabetçi kılınmasına imkan sağlamaktadır. Ancak, iç pazarın sağlığı, inovasyonun gelişmesi bakımından bugüne kadar iyi bir araç olan bu yasa, AB dışından üçüncü ülkelerde -Çin gibi mevcut olmadığından küresel pazarda eşitsizlik yaratmaktadır. Bu bakımdan, rekabet/monopol durumları, şirket evlilikleri/ birleşmeler konusunda küresel rekabetin gerekliliklerini gözetecek daha esnek bir model arayışı AB’de başlamıştır.

Örnek 2: Almanya ve AB üçüncü ülkelerden gelecek yatırımlara açık iken Çin’in yasal ve bürokratik engellerle bu durumu kendi ülkesi için güçleştirme çabaları sürmektedir. Yatırım yapma şansı yakalayan yabancı işletmeler de bu ülkenin destek ve teşvik programlarından yerli işletmeler gibi yararlanamamakta, iç pazardan alabilecekleri pay yerlileşme hedefi nedeniyle sınırlanmaktadır. AB-Çin arasında imzalanan mevcut Yatırım Anlaşması içerdiği eşitsizlikler bakımından yenilenmelidir. Öte yandan, Çin’den gelecek yatırımların mercek altına alınması gerektiği, zira Çin’li yatırımcıların önemli bir bölümünün özel değil kamu ortaklı işletmeler olduğu, yatırım gerekçeleri ve finans kaynakları konusunda şeffaf olmadıkları yapılan tespitler arasındadır. 

Örnek 3: Çin, OECD ülkeleri arasında mutabakatla oluşan finansman şartlarına uymayarak, kredibilitesi düşük, borçlu, çevre ve sosyal normları hiçe sayan ülkelere sağladığı kredilerle ve gelişmekte olan ülkeler için sunduğu finansman paketleriyle baş edilemez bir rekabet avantajına sahip olmaktadır. Yatırımların finansmanında eşit rekabet şartlarının oluşması için OECD uzlaşma protokolünün daha esnek hale getirilmesi ve diğer taraftan da AB’nin gelişmekte olan ülkelerdeki projelere finansman sağlamak olanaklarını artırması zorunluluktur. 

Örnek 4: Çin, ABD örneğinden yola çıkarak hazırladığı ihracat kontrol yönetmeliğiyle, re-export takibi yapacak, böylelikle, kendi mamullerinin dünyada nereye gittiğini izlemek imkânına kavuşacaktır. Kendine ayrımcılık uygulayan ülkelere karşı özel ticaret ve güvenlik politikaları hazırlarken, uluslararası birçok anlaşmada imzasının olmadığını ve serbest ticaret ilkelerini tek taraflı ve mütemadi biçimde ihlal ettiğini göz ardı etmektedir. AB, acilen, ihracat kontrol uygulamasının yaptırımlara dönüşecek kısımlarına karşı koruyucu, savuşturucu önlemler almalıdır.

AB’nin makinecileri de koruma talep ediyor

Geçmişte ve günümüzde bütün stratejik planların odağında yer almış -sadece kriz zamanlarında değil- daima ve istikrarlı biçimde güçlü fonlarla, tarife içi ve dışı engellerle desteklenip güçlendirilmiş Avrupalı makine imalatçılarının, devletlerce sağlanan desteklerin serbest rekabet ortamında sebep olduğu zaaflara yönelik hassasiyeti düşündürücüdür: 

Çin, kamu veya özel işletmelere sağladığı devasa desteklerle gerek imalat gerekse dış ticarette birçok segmentte kapasite fazlası oluşturmuş, bu fazlalığı düşük fiyatlarla rakiplerini bertaraf etmek için kullanmaktadır. DTÖ’nün damping araştırmalarında ve cezai yaptırımlarında Çinli firmalar açık ara önde yer almaktadır. Bilhassa Çinli kamu teşekküllerinin AB firmalarını satın alma operasyonlarında önemli destekler sunduğu bilinmektedir.

AB’nin makinecileri de kamu alımlarında zaaf görüyor

Avrupalı imalatçılar, AB kamu ihalelerine katılım şartında AB içi-dışı işletme diye bir ayrım yapılmamasını da bu dönemde önemli bir zaaf olarak görüyor. ABD ve Çin’de uygulandığı hali ile yerli isteklilerin öncelendiği ya da şart koşulduğu uygulamaların AB’de de geçerli olması talep ediliyor. AB orijinli işletmelerin uluslararası iş, insan hakları, çevre ve sürdürülebilirlik yasa ve tedbirlere her yerde uymak zorunda oluşlarının bu tür kurallara uymayan ülkeler karşısında rekabetçiliği sınırladığı savunuluyor. Ayrıca üçüncü ülkelerden ihalelere katılan işletmelerin devlet desteği alıp almadıklarını da tartışmaya açıyorlar:

• Üçüncü ülkelerden işletmeler AB ihalelerine katılım için uluslararası belli koşullara uymalıdır. Ya da ikili Serbest Ticaret Anlaşması var olan ülkelerden olmaları dikkate alınmalı, aksi takdirde ihalelere katılmaları önlenmelidir.

• Çin gibi, DTÖ’ye katılmakla birlikte DTÖ-Kamu Alımları Anlaşmasına imza koymayan ülkelerden işletmelerin ihalelere katılmaları önlenmelidir.

• İhalelere katılan işletmelerin alt tedarikçi/üstlenici işletmelere iş kaydırmaları belli bir prosedüre tabii tutulmalı; sadece fiyatın belirleyici olduğu değil kalite ve teknik kriterlerin de önemli olduğu ihale şartları oluşturulmalıdır.

Makine sadece AB’nin değil, bizim de göz bebeğimiz

Avrupa Birliği, başta Almanya olmak üzere, küresel ve bölgesel ticaret ve endüstri politikalarında ABD-Çin arasına sıkışıp kalmak istemiyor. Sanayinin yeniden tanımlandığı değişim ve dönüşüm sürecinde daha aktif rol almaya çalışarak göz bebeği konumda olan makine sektörünü koruyup kollamak ve desteklemek için elinden geleni yapıyor. Hem de bunu dünyada lider olduğu bir sektör için yapıyor. 

Tabii ki, yarın kimin hangi alanda lider olacağı çok farklı ve karmaşık faktörlere bağlı ama bu çerçevede önemli başarılara imza atmış Türkiye’nin makine sektörünün de daha göz önünde tutulması en büyük arzumuz, talebimizdir.